Amasya Da Elçi Ziyafetleri

Amasya Da Elçi Ziyafetleri

Amasya Da Elçi Ziyafetleri, Amasya, aynı dönemde Hıristiyan dünyasından, Avusturya'dan gelen bir elçilik heyetini de ağırladı. Kral Ferdinand, Macaristan...

Amasya Da Elçi Ziyafetleri
 
Yıl 1555. Yer Amasya. Osmanlılarla Safeviler arasında aralıklı olarak 3 7 yıldır devam eden savaş hali, bir yıl önce Şah Tahmasb'ın barış isteği üzerine sona ermiş, cepheden geri dönen Osmanlı ordusu Erzurum' da bekleyen padişahla birlikte Amasya'ya gelmişti. İran elçilik heyeti mayıs başı itibarıyla şehre ulaşacak ve ay sonunda da iki devlet arasında meşhur Amasya Antlaşması imzalanacaktır (29 Mayıs 1555). 1577'ye kadar yürürlükte kalacak olan bu antlaşmayla Osmanlılar Azerbaycan, Tebriz ve Doğu Anadolu'daki bazı topraklar ile Arap Irak'ını. kendi ellerinde tutma başarısı sağlayacaklardır.
 
Kanuni Sultan Süleyman'ın Amasya'da kalışı süresince, şehir İran elçilik heyetiyle sınırlı kalmayan diplomatik görüşmelere ev sahipliği yaptı. Amasya, aynı dönemde Hıristiyan dünyasından, Avusturya'dan gelen bir elçilik heyetini de ağırladı. Kral Ferdinand, Macaristan meselesini çözmek ve Erdel beyinin Slovakya ve Avusturya Burgerland'ına yönelik akınlarını sonlandırmak amacıyla 1553'te Ogier Ghiselin de Busbecq başkanlığında bir heyeti Osmanlı sultanına göndermişti. Avusturya elçilik heyetindeki iki kişi, heyetin başkanı Busbecq ve Hans Dernschwam, gözlemlerini içeren notlar tuttular. Daha sonra kitaplaşan bu notlar çok ilgi gördü 
 
İkisinin de birbirinden değerli bilgiler vermesine rağmen, Busbecq'in gözlemlerinin diğerine göre daha objektif ve nitelikli olduğu görülür. Buna karşılık Dersnschwam, Busbecq' e nazaran gözlemlerini daha ayrıntılı bir şekilde kaleme almıştır. Hatta çoğu zaman Busbecq'in hiç üzerinde durmadığı konularda bile ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. İki metindeki farklılaşma,büyük oranda yazarlarının ilgi alanlarıyla alakalıdır. Söz gelimi Dernschwam, tarih ve arkeolojiye olan ilgisi ve Roma kitabelerini kopya etme tecrübesi dolayısıyla, eserinde çok sayıda kitabe ve yazıtı resmetmiş, haklarında bilgi vermiştir.
 
Avusturya elçilik heyeti Haziran 1553'te Viyana'dan yola çıktı. Yaklaşık bir ay sonra 25 Ağustos 1553'te İstanbul'a ulaştı. Fakat Busbecq heyete sonradan dahil oldu. O, İstanbul'a ulaştığında takvimler 20 Ocak 1555'i gösteriyordu. Heyet İstanbul'da Rüstem Paşa başta olmak üzere devlet erkanıyla görüşmeler yaparken heyetin gelişi Amasya'da bulunan padişaha bildirildi. Şehri doyasıya gezme şansı bulan Avusturya elçilik heyeti üyeleri, Amasya'dan gelen haber üzerine 9 Mart 1555'te Üsküdar'a geçti ve ertesi gün Amasya'ya doğru yola koyuldu.
 
Hem Busbecq hem de Dernschwam 10 Mart'tan 7 Nisan'a kadar 27 gün süren yolculuklarını anlattıkları kısımda hem geçtikleri yerlerdeki halkın hem de genel olarak Türklerin mutfak kültürü ve beslenme alışkanlıklarına dair çok ilginç bilgiler verir. Genel tanımlamalar yapmayı yeğleyen Busbecq, Türklerin sofrada lüksü sevmediklerini, az yemek yediklerini, bir parça ekmek, tuz, soğan ve yoğurdun herhangi bir Türkün karnını doyurmak için yeterli geleceğini belirtir ve Türklerin çok sevdiği sıvılaştırılmış yoğurdun hem besleyici hem de hazmı kolaylaştırıcı olduğuna dikkat çeker.
 
Elçi, Türklerin yeme-içme konusunda bu kadar kanaatkar olmalarına o kadar şaşırmıştır ki, kendi ülkesindeki birinin bir günlük yiyecek masrafının bir Türkün on günlük geçimine karşılık geleceğini ifade ederek şaşkınlığının normal karşılanmasını bekler. Busbecq, yoğurt dışında, şerbet (şeker şerbeti, Arap şerbeti) ve etli pilava da vurgu yapmıştır (s.52-54). Elçi, zaman zamanDernschwam'ın da vurgu yaptığı gibi Türklerin balık tutma tekniklerini bilmediklerini de belirtir (s.51-52). Dernschwam ise uğradıkları çoğu yerde yediklerini veya mutfak kültürüne ve yiyeceklere dair ilginç bulduğu ayrıntıları bizimle paylaşır. 
 
Mesela İznik'e hayran kalan yazar burada et, balık, ekmek, şarap vs. her şeyi bulmanın mümlzün olduğunu belirtir (s.218). Bozüyük'e geçtiklerinde çok daha fazla aktaracak şeyi vardır Dernschwam'm: " ... Yukarıda sözünü ettiğimiz dağdaki derede ne alabalık, ne de başka balık var. Zaten Türkler balık tutmasını da bilmiyorlar. Tahıl taşıyan pek çok katır ve deveye rastladık. Bursa'ya giden kağnı arabaları da bütün gün yolu işgal ettiler. Bozüyük vadide, üzüm bağları arasında güzel bir yerde. Bu bağlar etraftaki alçak tepelere doğru uzanıyor... Caminin (Hasan Paşa Camii) yanında iki tane imaret var. Burada yolculara çorba ve içinde et bulunan pilav veriliyor. Kervansaray bütün yıl çalışıyor. Hiç boş kalmıyor. Elçilere çorba, pilav ve et ikram edildi. İmaretin mutfaklarından bu şehirde oturacaklardan isteyenlere günde iki defa etle çorba dağıtılıyor ... 
 
Hiçbir yerde Türk köylerinde şarap bulamadık. Ancak yoldan 1-2 mil içerideki Rum köylerine ısmarlanıp getirildi." (s.223-226) Bozüyük'te bir müddet konaklayan elçilik heyeti şehrin, çifti bir akçe olan ekmeğini çok lezzetli bulmuştu (s.226). Buna karşılık, şarap bulamadıkları Mesutköy yakınlarındaki bir yerleşim yerinde pişirilen ekmeği hiç beğenmemişlerdi (s.23 ). Mesutköy' den hareket edip Sakarya nehrini geçtikten sonra uğradıkları köylerden birinin fakirliği mutfağına da yansımıştı: "Bura halkı çobanlar gibi yalnız hayvancılıkla geçiniyor. Baş yemekleri ekşitilmiş, tuzlu süt (yoğurt, ayran), ekmek, kabartılıp yumuşatılmış bulgur. 
 
Bundan çorba yapıyorlar. Hiçbir yerde büyük çayırlık ve mer'a görülmüyor. Yemek pişirmek için odun da yok. Yemeklerini inek gübresi (tezek) ile pişiriyorlar" (s.242). Dernschwam, Muhat Köyü'nü geçtiğinde, artık Türk köylerinin yaşam biçimleri ve beslenme alışkanlıklarına dair yeterince malumat sahibi olduğunu düşünmeye başlamış olmalı ki, genelleme yapmaya başlar: "Oturma odaları, kiler vs. yok. Pencerelerde cam yok... Ev eşyaları da yok. Kase, tabak, sürahi, bardak, yatak, yorgan çarşafı, masa, kanepe vs. bulunmaz. Bu yüzden yerde oturur, yerde yatarlar. Bunlar tabii fakirlikten ileri geliyor. Ancak şehirler böyle değil; oralarda çalımlarından geçilmez. Bir Türk altına halı serdi mi, kendine zengin ve kibar pozunu verir. 
 
Yemek yerken masa örtüsü ve peçete kullanmazlar. Zira yemekleri çorba vs. gibi şeyler. Ekşitilmiş tuzlu süt (yoğurt, ayran) her köyde bol bol bulunur. Bunun içindir ki, askerler kemerlerinde kaşık taşırlar. Köylüler çok seyrek et yerler. Şayet bir koyun, keçi veya sığır hastalanırsa onu kesiyorlar. Böylece esirler de et yemiş oluyorlar. Türkler domuz eti yemiyorlar.
 
Ancak ara sıra gördüğümüz Rum köylerinde domuz var." (s.244) Elçilik heyeti Ankara'ya vardığında dikkatlerini sof imalatı çekmiştir. Her iki gözlemci de konuya değinmiş fakat Dernschwam çok ayrıntılı bilgiler vermiştir. Yazar sofla ilgili gözlemlerinin yanına yiyeceklerle ilgili olanlarını da eklemeyi ihmal etmemiştir. Heyet Ankara'.nın ekmeğinin fiyatından memnun kalmış (8'i1 akçe) ama lezzetini beğenmemiştir. 
 
Bununla birlikte üzerine haşhaş tohumu ekilmiş yuvarlak halkalarını pek sevmiştir (s.257). Dernschwam'ın, Ankara-Amasya arasında uğradıkları yerlerdeki yiyeceklere dair a11lattıkları, sofralarda çorba, yoğurt ve lezzetsiz ekmekler olduğuna ilişkindir. Yazar ayrıca sürekli şarap bulamamaktan şikayetçidir ve bin bir zahmetle uzak Rum köylerinden nasıl şarap getirttiklerinden söz eder.
 
Bozüyük'tekiler hariç, yol boyunca yedikleri ekmeklerin lezzetsizliği Dernschwam'ın en fazla üzerinde durduğu konudur. Amasya'ya yaklaştıklarında günlerdir ağzına layık bir ekmek yiyememekten bıkmış olmalı ki, Bağlıca' daki halkın hem ekmeklerini hem de ekmek yapma yöntemlerini alabildiğine eleştirir. Oysa anlattığı somun ekmeği değil, çörek ve yufkadır: "Bu memlekette halk o kadar geri bırakılmış ki, daha doğru dürüst bir ekmek pişirmesini bile bilmiyor. Fırınları yok. 
 
Her yerde başka tarzda ekmek pişiriyorlar. Bazı yerlerde büyük, geniş bir çanak yahut da topraktan yapılmış küp gibi bir şey kullanıyorlar. Bunların yere gelen alt kısımları geniş, ortası karınlı ve yuvarlak. Yukarıya doğru biraz daralıyor. Fakat ağız tarafı gene geniş. Yan tarafta yerdi bir delik açılmış; bu delik yerin altında küpün olduğu yere doğru uzanıp ona bağlanmış. Sonra bu çöreklere yumurta sürüyor ve hamurun altını su ile ıslatıp kızgın küpün yan taraflarına elleriyle, küpün alabildiğince yapıştırılıyor.
 
Bu hamurlar pişiriliyor ve yüzleri hafif kızarıyor. Pişen çörekleri tandırdan çıkartıyorlar. Bu işi yaparken eller yanmasın diye yün eldiven takılıyorlar. Şayet çöreğin daha gevrek pişmesi isteniyorsa tandırın dip tarafına yapıştırıyorlar. Başka tarzda etımek pişirilişini yukarıda anlatmıştılı. Demirden veya topraktan yapılmış tabla gibi bir sac ateşin üstündeki bir sac ayağına oturtuluyor. Pişirilecek hamur bunun üzerine yayılıyor. Bu hamur çok ince. Bir tarafı biraz pişince öbür tarafı çevriliyor. Böylece ekmek pişmiş oluyor. 
 
Birçok yerde gördük. Lezzetsiz bir ekmek bu. İşte böyle. Türkler başka şeylerle uğraşıyorlar. Tanrı'nın kendilerine verdiği nimet ve imkanlardan layıkıyla faydalanmasını bilmiyorlar. Zahmete de katlanmak istemiyorlar, bağ yetiştirmiyorlar (şarap yapmıyorlar demek istiyor A.B.). Çobanlar gibi hayvancılıkla uğraşıyorlar." (s.276-277) Avusturya elçilik heyeti, 7 Nisan'da Amasya'ya varır. Üç gün sonra, 10 Nisan'da da sadrazam Ahmet Paşa'yı ziyaret eder. Heyet başkanı Busbecq padişahla da görüştürülür.
 
Görüşmeler sırasında Busbecq, Osmanlı yöneticilerinin ciddiyet ve vakarına ve seremonilerdeki düzen ve mükemmelliğe hayran kalmıştır. Fakat heyetin Amasya'da kalışı süresince, hiçbir Osmanlı paşası kendilerine ziyafet vermez. Busbecq, Osmanlı protokolünde  elçi heyetlerinin geri dönüşü öncesinde divanda yemek verilmesi adetinin bulunduğunu fakat, bunun sadece barış içinde oldukları ülkelerin temsilcilerine uygulandığını belirtir (s.58-65). 
 
Zira Avusturya elçilik heyeti Osmanlı Devleti ile yeniden antlaşma yapma başarısı gösterememiştir. Elçilik heyeti Amasya'dayken Busbecq'e göre 10 Mayıs (s.62), Dernschwam'a göre ise 17 Mayıs 1555 (s.290)'te İran elçisi yüz kişiyi aşkın maiyetiyle birlikte şehre girer. Doğal olarak bütün ilgi İran heyetine yönelmiştir. Heyet çok değerli hediyeler getirmiştir: İnce dokunmuş halılar, işlemeli eyer takımları, gümüş saplı kılıçlar ve zarif kalkanlar ile muhteşem bir yazma Kur'an nüshası. Avusturyalılar kapalı bir biçimde, ilginin İran heyetine kaymasından rahatsızlıklarını dile getirecek! erdir.
 
23 Mayıs'ta sadrazam Ahmet Paşa İran elçilik heyetine bir ziyafet verir (Dernschwam, s.292). Ancak ne Busbecq ne de Dernschwam bu ziyafete ilişkin ayrıntı vermektedir. Muhtemelen iki gözlemci de bu ziyafeti uzaktar da olsa gözleme imkanı bulamadı. Öte yandan 26 Mayıs günü ikinci vezir Ali Paşa'nın İran heyetine verdiği ziyafeti iki gözlemci de işleyecektir. Çünkü ziyafet sofraları, Avusturya elçilik heyetinin kaldığı yerin karşısındaki bahçede, çadırlarda kurulmuş ve heyet üyeleri bu ziyafeti izleme fırsatı bulmuştur.
 
Busbecq'in yazdıklarına göre, Ali Paşa ve sefir bir tentenin altında aynı sofraya oturmuştu. Mutfaklarla sofralar arasında dizilen yüze yakın genç hizmetkar, paşa ve elçilik heyetine selam verdikten sonra servise başladılar. Her yemek kabı elden ele uzanıyor ve sofralara ulaşıyordu. Busbecq, böylece yüzden fazla yemek kabının sofralara taşındığını belirtmektedir. Sofraya yemek taşıma işi bittikten sonra sıra halindeki mutfak görevlileri, misafirleri selamlayarak geri çekilirler. Bir müddet sonra hizmetli grubu tekrar görünür ve sofralara başka şeyler taşır. Avusturya elçisi, ziyafetteki organizasyonun mükemmelliğine vurgu yapar, kendi ülkesinde bu kadar düzenli bir organizasyonun olmamasına hayıflanarak ziyafete dair gözlemleriyle betimlemeyi tamamlar (s.63-64).
 
Dernschwam'ın gözlemlerinden yemeklerin, kapaklı derin bakır sahanlarla taşındığını ve sonradan getirilenlerin ise şerbet, tatlı ve şekerleme olduğunu anlıyoruz. Yazar ayrıca, yemekler yenildikten sonra matrakçıların gösterisinin izlendiğini ve ardından elçi ve maiyetindeki bazı kimselere hediyeler sunulduğunu söyler ve ziyafet sırasında müzik ve eğlence olmadığını ekler (s.292). 29 Mayıs'ta vezir Mehmet Paşa da, İran elçilik heyetine kendi evinde başka bir ziyafet vermiştir (Dernschwam,s.292). Fakat her iki gözlemci de izleyemedikleri bu ziyafete ilişkin hiçbir ayrıntı vermez. Bununla birlikte Dernschwam, her üç ziyafetteki yemeklere dair bir bahis açar ve şunları yazar: "Ziyafetlerde yenilen yemek !ere gelince, koyun eti, pirinç pilavı, kızartılmış tavuk ve çeşitli meyvelerdir. Paşalardan yalnız birisi 1200 tane tavuk kestirmiş. Bütün bunlar padişahın emriyle yapılıyormuş." (s.293)
 
Dernschwam'ın Amasya'da kaldığı süre içinde yemeiçmeye dair tanıklığı bu ziyafetlerle sınırlı değildir. O aynı zamanda burada padişahın kaldığı binaya yemeklerin taşınmasını da müşahede etmiştir. Sarayın bahçesini, içindeki binaları tavsif ettikten sonra yazar, yeniçeriler gibi ipek kaftan giymiş on bir tablakarın ağızları kapalı çukur sahanlarla padişahın hanesine yemek götürdüğünü belirtir ve ekler: "Yemek götürme işi başlı başına bir merasim. Bunların (tablakarlar) arkasında bir kişi de yuvarlak deri gibi bir sophra (sofra) taşıyor. Böylece hepsi birden padişah kapısından içeriye girdiler ve bir süre sonra da boş sahan kapakları ellerinde kapıdan dışarı çıktılar." (s.285) Dernschwam, aynı zamanda yemeklerin konulduğu kapların İstanbul'daki gibi bakır ve hepsinin "kalaylı pırıl pırıl" olduğunu belirtir, hatta kitabına kapaklı bir sahan resmi çizmekten kendini alamaz (s.285).
 
Ve nihayet Dernschwam, Amasya'da gözlemlediği yeme-içme kültürüne dair ayrıntıları bir paragrafta genellemeci bir yaklaşımla şöyle verir: "Yere, halının üstüne yuvarlak deri sofra seriliyor. Bunun üzerine oturulup yemek yeniliyor. Ekmekleri kesecek bıçak yok sofrada. Ekmeği ya elleriyle bölüyorlar veya birisi büyük, uzun parçalar haline getirip, bir çukur kaba dolduruyor ve oradan herkes bir büyük parçayı alıp ısırarak yiyor. Artan ekmeği ya kabına koyuyor veya sofra komşusuna veriyor.
 
Yemek yiyenlerin önünde tabak yok. Masa örtüsü diye bir şey de yok. Sonunda ellerini ortaklaşa kullandıkları kırmızı havluya (peşkire) siliyorlar. Türkler kaşığı çok kullanıyorlar. Zira onlar pirinç veya bulgur çorbasını çok içiyorlar. Çorbayı içen kaşığı yanındakinin önüne koyuyor. Türkler czerbet (şerbet, hoşaf)i çok seviyorlar. Büyük, yuvarlak ve derin bir kap dolusu şerbeti sofranın ortasına koyup kaşıkla veya bardak vs. gibi bir şeyle alıp içiyorlar. Yemek bitince herkes birbiri ardına ellerini yıkıyor. 
 
Ayrı su bardakları veya kupaları yok." (s.285-286) Burada yazarın kaşıkların ortaklaşa kullanıldığına yönelik söyledikleri yanlıştır. Üstelik kendisi, hoşafla şerbetin aynı içecekler olduğunu sanmaktadır. 11 Haziran günü sadrazam Ahmet Paşa'yı tekrar ziyaret eden Avusturya sefirleri, izin isteyerek bir sonraki gün, İran heyetinin de şehri terk ettiği 2 Haziran 1555'te Amasya' dan Viyana'ya doğru yola çıktılar (Dernschwam, s.293-294; Busbecq, s.65). Böylece Amasya'da 1555 ilkbaharı boyunca süren diplomatik trafik son bulmuştu.
 
Gerek Busbecq'in gerekse Dernschwam'ın İstanbul'dan Amasya'ya kadar süren yolculuk sırasındaki gözlemlerinden ve Amasya'daki müşahedelerinden hareketle yeme-içme kültürü ve şehirdeki diplomatik ziyafetlere ilişkin kayıtların değerlendirildiği bu çalışma, şehirlerdeki rafine mutfak kültürüne karşılık kırsal kesimlerde çok daha kaba ve zevkten uzak bir yeme-içme alışkanlığının varlığına işaret etmektedir. İmaretlerde sürekli bulunabilen çorba, et ve pirinç pilavı üçlüsünün yerini kırsal kesimlerde çorba, yoğurt ve ekmek almaktadır. Bazen bunlara bulgur pilavı eşlik etmektedir. 
 
Avusturya elçilik heyeti, uğradıkları köylerdeki ekmekleri genellikle sevmemiştir. Bunda şüphesiz alışkanlıkların rolü büyüktür. Çünkü onların beğenmediği ekmekler, kendi ülkelerinde olmayan çörek ve yufka türü olanlardır. Masanın olmayışı dolayısıyla yemeğin yer sofrasında yenilmesi, bıçağın kullanılmaması gibi hususlar elçilik heyetinin garipsediği durumlardır. Her şeye rağmen, yemek kültürü konusunda özellikle Dernschwam'ın verdiği bilgilerin, 16. yüzyıl Anadolu halkının gündelik hayatını anlamak için vazgeçilmez olduğu belirtilmelidir.
 


Türk Aşçı Haberleri Ve Güncel Mutfak Haberleri Not::
Eğer sizde mesleki haberinizin yada tarifinizin web sitemizde yayınlanmasını istiyorsanız; "Haberini Yada Tarifini Paylaş" sayfamızdaki kriterlere uygun bir şekilde uygun içeriklerinizi bize gönderebilirsiniz. Türk Aşçı Haberleri internet sitesinde yayınlanan yazı, haber, röportaj, fotoğraf, resim, sesli veya görüntülü şair içeriklerle ilgili telif hakları www.turkascihaberleri.com 'a aittir. Bu içeriklerin iktibas hakkı saklıdır. İlgili haber kopyalanarak başka bir site tarafından yayınlanmaya ihtiyaç duyulduğu takdirde kaynak gösterilerek ve web sitemize link verilerek kullanıması mümkündür.


  • Facebook'ta paylaş

Bu Habere Yorum Yap

   
 
 

Benzer Haberler